Yaşama Sanatı: Dünya Tinsel Geleneklerinde Gündelik Hayatın Estetiği by Crispin Sartwell
"İyi tasarlanmış ve yazılmış bir reklam afişine bakarken, televizyonda bir basket maçı izlerken, çocuklarımızı şefkatle büyütürken, kendimizi vererek bahçemizde çalışırken, sahici bir biçimde sanatla uğraşıyor oluruz. Eğer bu sanatçılığı bilincimize çıkarabilirsek, yaşantımızı dönüştürebiliriz. Şimdi yapmakta olduğumuz aynı eylemleri yapıyor olacağız belki, ama o eylemleri üzerlerine bilinçle yoğunlaşarak yapacağız. Yaşama biçimimizin dışsal herhangi bir olgusu zorunlu olarak değişmeyecek belki, ama bizim bu olguları kavrayışımız derinleşecek, yaşama bağlılığımız artacak, hayatımızın manevi boyutu canlanacaktır. "Hayata dönmüş" olacağız, zaten yaşamakta olduğumuz hayatlara daha eksiksiz olarak döneceğiz." "Avrupalı olmayan kültürlerin hiçbirinde estetik anlamda bir "sanat" kavramı olmadığı gibi bu kavramın getirdiği sergileme ve muhafaza pratikleri de yoktur. (Bu nokta Japon ve Çin kültürü söz konusu olduğunda özellikle göz önünde bulundurulmalıdır.) ...
Vallahi noktaladım. Algım alt üst oldu. Kafamın içine düştüler. Meğersem hepsi de sadece insanmış. Hah!
YanıtlaSil"Kafamın içine düştüler." (Sinek vızıltısı efekti)
YanıtlaSilKafanın içindeki insanların sinek vızıltısı sesleri olduğunu düşünen izleyici, filmin sonunda aslında senin sinek onların insan olduğunu ama ne hikmetse onlardan daha büyük olduğunu görür.
Kocaman bir sinek ve kafasında onlarca insan, vızıltı ise "kafamın içine düştüler" demekte.
Söyleyin çeksin bunu biri kısa filme, bknz. sinek için Cronenberg'in Fly'ı :)
sen öyle deyince, hafızam şunu hatırlattı:
YanıtlaSilhttp://www.youtube.com/watch?v=3-qhniNXkhc
gerçi ben çok kapılmadım ama kapılananlar olmuş.
Fly ile de ilgileneceğim.
I ıh, sevemedim. Anlatmak istediği çoook şey var, hissediliyor ama eksik bir şeyler var. Sinek bana her zman Asit Evi'ni çağrıştırmıştır.
YanıtlaSilhttp://www.imdb.com/title/tt0122515/
ne hoş bir filmdi, hak ettiği ilgiyi bir türlü görmedi...
ben de böyle içi yeterince doldurulamayan filmler görünce bir bakıma üzülüyorum. çünkü bir şekilde filmin arkasında duran 'adamın' acısı devam ediyor ama bunu tam olarak anlatamıyor. veya diğer 'adamlarla' yeterince bağlantı kuramıyor. mesela bizimle.
YanıtlaSilAcid House'a gelince, sanırım yazarı bile yeterli izlemek için. İlla bir şeyleri çağrıştırması gerekiyor hissiyle yola çıkınca da, çizimler aklıma Waking Life'ı getirtti.
Bir filmde bir mesajı verebilmek için her şeyi yapmak zorunluluğunu hissetmekten kaynaklanıyor bence o tutum. Sadeleştirmek gerekiyor ki gerçekten gerekli sahnelerle film gerçekleşebilsin. Bunun için dışarıdan hiç senaryoyu okumamış birine izletip neredeyse tüm sahneler hakkında tek cümle söylemesi faydalı olur kanımca :) Ve film tamamı bitince de yine tek bir cümle. Bu cümleler içinde birbirine benzeyenler üzerinde durulmalı. Kısa film çekenlerin çoğu filmi sadece ekibe izletiyor onlarca kez, yani her şeyden haberdar olan tayfaya. O "adamlara" ulaşmak lazım.
YanıtlaSilAcid House ve Irving Welsh iyidir. Üç öykü var filmde. ben ikisini çok sevmiştim, söylemeyim şimdi ama. Waking Life filmi çok karışık gelmişti ilk izlediğimde. Çok fazla replik bir kere. En son diğer blogumda Pi'nin repliklerini paylaştım. O filmde öyle bak. Saf replik. Waking Life'ı da oturup yazsan benzer bir görüntü çıkar. Otur günlerce oku. Yani böyle olmalı mı sinema? Pi yine çok iyi kotarıyor görsellik ayrı muazzam, Filmi sessiz izlemiştim bi keresinde, ankara'da bir barda arka planda bu film oynuyordu ve fonda rock/metal müzik çalıyordu. Tüm akşam arkadaşlarımı es geçip filmi izledim. İzleniyor yeminle, hem de çok iyi! Benzettiğim Waking Life öyle değil ama ya. Sen çiziminden bahsetmiştin dimi ama neyse çenem düştü.:)
YanıtlaSilSinema hocam gibi konuştun. Evet, sinema öyle olmalıdır; sesini kıstığında da sana bir şeyler anlatabilmelidir. Ama ben Richard Linklater olayını da çok seviyorum. Tape gibi bir film çekmiş adam ve izlettiriyor. Başkaları da var; 12 angry men, The man from earth vb.
YanıtlaSilEğer sinema öyle olmalıysa, o zaman bunlara sinema demesek de olur. Açıkçası bu beni pek ilgilendirmiyor; ama Nuri Bilge Ceylan filmlerine de pek katlanamıyorum. :)
Pi'ye gelirsek; o ayrı bir olay. Şahane bir klip. :)
Sinema öyle olmalıysa dediğinde duraksadım... Sinema karşıma bugüne dek onlarca surette çıktı ve ben hepsinde sevecek bir şey buldum. Olmalıysa tanımı olduğunu düşünmüyorum, aşıyor kendisini. Ama şunun şuyunu sevmedim demek atış serbest zamanları için iyidir, burada az önce sende ve bende olduğu gibi :)
YanıtlaSilNuri'cimi severim ben ya. En azından tutarlı bir Türk sinemacısı. Ender bulunandan. Reha Erdem'i almıştım öne, geçen gün Mouchette'i izleyince Hayat Var'ın aynısı dedim, vazgeçtim. Ama hala umudum var, Nuri'den daha iyileri vardır elbet.
Linklater izlemedim. Not aldım. Film ve yönetmen İndexini çıkaralım şu yorumların yahu diyip mesleğimi icra edeyim. :)
Linklater izlemediğini söylediğine göre, Before Sunset - Before Sunrise'ı da izlemedin öyleyse?
YanıtlaSilNuri'ye katlanamıyorum dedim ama aklıma sonra şu içinde uzun bir sohbetin olduğu filmi geldi. Mayıs Sıkıntısı mı neydi; o sahne hoşuma gitmişti sanırım. Ayrıca 'daha iyi' kavramını boş verelim bence. En azından ben boş veriyorum.
Bahsettiğim iki film, Linklater ile ilgili izlemen gereken ilk iki filmdir bu arada. :)
Before Sunset - Before Sunrise izlemedim çok söylediler. Du bakayım Linklater'a bi ben...
YanıtlaSil