Yaşama Sanatı: Dünya Tinsel Geleneklerinde Gündelik Hayatın Estetiği by Crispin Sartwell



"İyi tasarlanmış ve yazılmış bir reklam afişine bakarken, televizyonda bir basket maçı izlerken, çocuklarımızı şefkatle büyütürken, kendimizi vererek bahçemizde çalışırken, sahici bir biçimde sanatla uğraşıyor oluruz. Eğer bu sanatçılığı bilincimize çıkarabilirsek, yaşantımızı
dönüştürebiliriz. Şimdi yapmakta olduğumuz aynı eylemleri yapıyor olacağız belki, ama o eylemleri üzerlerine bilinçle yoğunlaşarak yapacağız. Yaşama biçimimizin dışsal herhangi bir olgusu zorunlu olarak değişmeyecek belki, ama bizim bu olguları kavrayışımız derinleşecek, yaşama bağlılığımız artacak, hayatımızın manevi boyutu canlanacaktır. "Hayata dönmüş" olacağız, zaten yaşamakta olduğumuz hayatlara daha eksiksiz olarak döneceğiz."


"Avrupalı olmayan kültürlerin hiçbirinde estetik anlamda bir "sanat" kavramı olmadığı gibi bu kavramın getirdiği sergileme ve muhafaza pratikleri de yoktur. (Bu nokta Japon ve Çin kültürü söz konusu olduğunda özellikle göz önünde bulundurulmalıdır.) Gelgelelim, Avrupa'nın bu kavramı onsekizinci yüzyılda geliştirdiği ve estetik sanat kavrayışının "kendini vererek yapma becerisi" demek olan bir "sanat" anlayışı üzerine kurulduğu ve geliştirildiği de doğrudur. Aslında, bu "sanat" anlayışı Batılı dillerde hâlâ geçerlidir. Örneğin, bir fırıncıdan bahsederken "0 gerçek bir sanatçı"dediğinizde, bunun anlamı onun keklerinin bir müzeye 'konması ve karşısına geçerek hiçbir çıkar beklemeksizin seyredilmesi (aslında, tüketilmesi) gerektiği değil, onun işine kendini tamamen verdiği ve büyük bir beceri sergilediğidir.
...

Her halükârda, başka kültürlerin estetik anlamda bir sanat kavramı olmasa bile, benim bildiğim her kültürün maharetle ve kendini vererek yapmayı anlatan bir kavramı vardır. Örneğin, Çin'liler buna shu, Hintliler silpa der. Orijinal anlamıyla "sanat" terimi gibi terimler güzel sanatlarla zanaat arasında, güzel sanatlarla süsleme sanatları arasında, güzel sanatlarla uygulamalı sanatlar arasında bir ayrım yapmaz.

...

Böylelikle, en genel anlamıyla anlaşılan sanat, maharetle ve kendini vererek yapma olarak sanat, insanların olduğu her yerde bulabileceğimiz bir şey, insanlar şeyleri ne amaçla kullanıyorsa o amaçla kullanılan bir şey olabilir.

Bunlar koltuklarımıza gömülüp sanata dair Batılı estetik kavrayışı irdeleyerek ulaşılabilecek sonuçlar değildir. Aksine, dünyanın çeşitli yerlerinde insanların yaptığı şeyleri titizlikle ele alarak, bu şeyler üzerine onların düşüncelerine titizlikle yaklaşarak varılabilecek sonuçlardır.

.....

Benim şimdi kaleme almaya çalışacağım sanat kuramı bütün bunlara rağmen "elimden geleni yapmaya" çalışmaktan ibarettir.

....

Benim çabam, bu dünyada mümkün olduğu kadarıyla kendini vererek yapılan şeyleri mümkün olduğunca sanat olarak tanımak ve kutsamak yönündedir. Bu, değerlerden arınmış değildir; bu olan

şeyin salt bir tanımlanması da değildir. Bu, daha çok, okurun bakışlarını benim değer bulduğum şeye yöneltmektir ve bu okurla benim kendini verme olarak ya da tinsel olarak adlandırabildiğim bir deneyimi paylaşma çabasıdır. Tekrarlayayım, ben "tinsel"le, derinlerdeki insani deneyimi, dünyadaki huzur deneyimini paylaşmayı kastediyorum. Nihayet, ben bütün dünyanın huzurundan, bir bütün olarak dünyayla iç içe geçme ve özdeşleşmenin bir sonucu olarak huzurdan bahsediyorum. Bu, bence, nerede ortaya çıkarsa çıksın ve kendisini ister dinsel, estetik isterse de teknolojik olarak dışa vursun, sanatın en temel işlevidir.






"Neyin resmini yaptığınızın önemi yoktur. Önemli olan resim yaparken olanlardır." Audrey Flack


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

po r no grafi